Çocuğun Günlük Hayatında Dijital Medya Kullanımı Nasıl Bir Yere Sahip Olmalı?

İstanbul Bilgi Üniversitesi Dijital Oyun Tasarımı Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Tonguç İbrahim Sezen, çocukların günlük hayatında dijital medyanın nasıl bir yere sahip olması gerektiğini anlattı:

Çocuğunuzun dijital medya kullanımı konusunda nelere dikkat ediyorsunuz? Onu nasıl sınırlıyorsunuz?

Dijital medya tüketimi ile ilgili bir takım sınırlamaların olması gerektiğini düşünenlerdenim. Bu konuda farklı araştırmacılar farklı süreler veriyor. Dijital medya kullanımında inancım şudur ki, çocuğun tek bir aktiviteye odaklanması, onun bir tür kısırlaşma yaşamasına sebep oluyor. Sadece bilgisayar oyunu oynuyorsa, sadece oyuncaklarla oynuyorsa, sadece parkta oynuyorsa, sadece kitap okuyorsa, sadece resim yapıyorsa tüm bunlar kısır bir süreci ifade ediyor. Çünkü; çocuğun parkta koşuşturması, arkadaşlarıyla sosyalleşmesi, bilgisayar kullanarak içine doğduğu yeni teknoloji düzeni hakkında fikir sahibi olması, o alanda gelişmesi, ellerini geliştirmesi, çamurla oynaması, çamura batması, resim yapması gerek. Tüm bunları dengeli bir şekilde yaptığı zaman gerçek anlamda beslenmiş oluyor. Bu nedenle net bir süre tanımı yerine, dengeli bir vakit yönetiminin çok daha doğru bir strateji olduğunu düşünüyorum.

Siz ebeveyn olarak “Ben her gün çocuğuma 1 saat veya 2 saat zaman ayırıyorum,” diyebiliyor musunuz?

Ben çocuğumla zaman geçirirken, özellikle akşam saatlerinde bilgisayar oyunları oynuyoruz ya da YouTube üzerinden videolar, animasyonlar izliyoruz. Bunlara bayılıyor. Uyumadan önce ya da akşam yemeğini yemeden biraz önce / biraz sonraki süreçte bunları yapmasına ben onay veriyorum, uygun görüyorum. Genellikle birlikte oynadığımız birkaç oyun var. Boyama üstüne kurulu olan, şekilleri bulma ve yerleştirme üzerine kurulu olan ya da basit bir takım fiziksel işlemlerin  dijital medya üzerine kurulu versiyonlarını oynuyoruz oğlumla. Ama bu oynadığımız tek oyun değil. Lego gibi yapı oyuncakları ile de beraber oynadığımız oluyor. Annesi ile özellikle bu konuda çok güzel vakit geçiriyor. Bir takım oyuncaklarla, arabalarla  oynayabiliyor. Legoları kullanarak binalar, köprüler inşa ediyor. Her gün 1-1,5 saat kadar parka çıkmasını sağlamaya çalışıyoruz. Hafta arası uyanıyor, oyuncakları ile oynuyor, sonra anaokuluna gidiyor. Ardından parka gidiyor. Eve geldiğinde dijital medya ile vakit geçiriyor. Televizyon ile ilişkisi oldukça az. Sevdiği bir iki çizgi film var. Onları da belli saatlerde izliyor. Kendi kapatıyor. İlgisini çekmiyor. Kitap seviyor. Ana okulunda geçirdiği sürenin belli bir bölümünde resimli, yapıştırmalı, boyama kitaplarıyla haşır neşir oluyor.

Ebeveyn olarak çocuğunuzla beraber dijital medyada oyun oynuyorsunuz, onun yanındasınız. Onu dışarıdan izlediğiniz zaman dijital medyada yapmış olduğu şeyleri gündelik hayata nasıl taşıyor? Yani dijital medyadan bir şeyler alıyor, gündelik hayatına adapte ediyor mu?

Renkler, şekiller, dil ve müzik konularında dijital medya üzerinden tükettiği oyunlar ve videoların söylediği şarkıları etkilediğini, renkleri tanımasına ve yabancı sözcükleri öğrenmesine yardımcı olduğunu gözlemledim. Bu açıdan faydası olduğunu söyleyebilirim. Ama onun yanında şunu da eklemek istiyorum. Çocuk özellikle büyüdükçe masa üstü oyunların, kart oyunlarının da çocuklara çok faydası olduğunu, hem sosyalleşmeleri açısından, hem de strateji geliştirme becerilerinin gelişmesi açısından çok önemli olduğunu düşünüyorum. “İlk oyunlar” adı verilen oyunlar var. Çocuğunuz 3,5 – 4 yaşına geldikten sonra bunları ailecek beraber oynamanızı tavsiye ediyorum. Örneğin Bremen Mızıkacıları gibi hayvanları üst üste koyarak kuleler oluşturduğunuz oyunlar olabiliyor, ya da meyve toplama oyunları olabiliyor. Masanın üzerinde ağaca dizilmiş meyveleri topluyorsunuz attığınız zara göre. Araba yarışı oyunları olabiliyor dijital olmayan, tamamen zar atarak ve aracınızı nasıl yönlendireceğinize karar vererek ilerleyen. Bu tür oyunların sosyalleşme süreçleri açısından çok önemli olduğunu düşünüyorum.

21.yüz yılda doğmuş bir çocuk olmak ister miydiniz?

Çok tekrar ettiğim, Douglas Adams’a ait “Otostopçunun Galaksi Rehberi”nde yer alan bir söz vardır. O da şu: “35 yaşına gelene kadar karşılaştığınız tüm teknolojik gelişmeler tanrının bir lütfu, bir mucize gibi gelir size; ama 35 yaşını geçtikten sonra onların birer şeytan icadı olmaya başladığını düşünmeye başlarsınız.” Ben 40’larına gelmek üzere olan biri olarak bu söze uyuyorum. O nedenle şu anki sürecin içine doğmuş olma konusunda bir takım tereddütlerim var. Eski kafalıyım. Sadece dijital medyayla karşı karşıya olacağım bir geleceğin içinde olmak, böyle bir dönemde doğmak ya da böyle bir dönemde yaşlı bir insan olmak fikri beni korkutuyor. Farklı içerik türlerini tüketebileceğim, farklı şekillerde kendimi ifade edebileceğim demokratik medya ortamını tercih ederim. Sadece dijital medyanın içerisine doğmuş olmak istemezdim. Ama aynı zamanda sadece duvarlara yazı yazabildiğim bir dönemde ya da duvarlara resim çizebildiğim bir dönemde de doğmuş olmak istemezdim. Dolayısıyla ben kağıdı da kullanmayı, çamuru da kullanmayı, sesimi de kullanmayı, beden dilimi de kullanmayı ve tabi ki gerektiğinde dijital medyayı da kullanabilmeyi, hepsine eşit mesafede olmayı tercih ediyorum.