Gözetim Kapitalizminde Çocukluk

Kredi: Rumor Ex Mundis

“Dürüst olmak gerekirse, biz çocukları gizlice gözetlemiyoruz. Asıl problemimize yeniden odaklanabilir miyiz? Asıl sorun şu ki: Çocukları etkili bir şekilde dinlemiyoruz… Biz, artık bunu değiştiriyoruz” (Chris Frydrych).

Ebeveynler, okullara güvenmek ve okulların çocukların güvenliğinin sağlanması yönünde hareket ettiğinden emin olmak istiyor. Okulların, çocukları korumak için ‘izlemesi’ mesuliyeti elbette ki yeni bir şey değil; ancak bugünün teknolojisi artık okullara, hem sınıfların içinde hem de bu sınıfların dışında çocukları takip etme olanakları sunuyor. Yeni okul gözetleme teknolojileri artık okulun son zili çaldığında kapanmıyor: Çocukların internet kullanımları, özel ve kamusal alan farkı gözetilmeksizin, güvenlik şirketleri tarafından takip ediliyor. Bu teknolojilerin bazıları belki akıllara George Orwell kitaplarının bir benzerini getiriyor olsa da, halihazırda dünyanın çeşitli yerlerinde kullanılan bu teknolojiler giderek yaygınlaşırken -ve yakın gelecekte de kullanım alanlarının genişleyeceğine dair tahminler artarken-, çocukların mahremiyet hakkı, ifade özgürlüğü, kamusal alana katılımları ve veri ekonomisindeki konumları hakkındaki tartışmalara dair sesler yükselmeye devam ediyor.

Gözetimi Arttır Riski Azalt

Sosyal medyanın çocuklar ve gençler için temel sosyalleşme alanlarından biri olduğu neredeyse tartışmasız bir gerçeklik haline gelirken, Web 2.0 teknolojisindeki siber zorbalık, cinsel içerikli mesajlaşmalar ve şiddet ögelerinin yaygınlığı ve çocukların bu ögelerden korunması gibi konular, dijital çevre ve çocuk ilişkisine dair ana endişelerin merkezine konumlanıyor. Okulların, öğrencilerden okul içinde davranmalarını bekledikleri ve gerçekleştirmelerini talep ettikleri davranışların benzerlerini okul dışında da teşvik etmek ve eğitmek için disiplini kamusal alan dışına çıkarmayı sağlayan bir takım gözetleme sistemlerini edinmesi ‘standart bir güvenlik önlemi’ olarak görülmeye başlıyor. 2013 yılında, Glendale (California) Birleşik Okul Bölgesi, bölgedeki öğrencilerin sosyal medya hesaplarının izlenmesi için sosyal ağ izleme hizmetleri veren Geo Listening firmasıyla bir anlaşma yaptı ve çocukların mahremiyeti kavramına dair tartışmaların fitilini ateşlemiş oldu. Bölgenin -ve daha sonrasında sayısı giderek artacak olan benzer gözetim pratiklerinin savunucularının- bu pratiklerin meşruiyeti için öne sürdüğü argüman, ‘öğrencilerin güvenliğinin sağlanması’ oldu. Geo Listening Ceo’su Chris Frydrych ise tüm karşı argümanları ve çocuk haklarının ihlaline dair endişeleri bir kenara koyup, asıl suçu onları yeterince ‘dinlemeyen’ ebeveynlere atıyorken (Martinez, 2013), güvenlik şirketlerinin çocukları dinleme ve onlarla ilgilenip onları koruma işinin kendilerine devredilmesi talepleriyle şekillenen yeni bir dönemin de sinyallerini veriyordu.

Okullar, Geo Listening gibi şirketlerle anlaşmaya varırken, şirketlerin sunduğu çeşitli yazılımlar ve uygulamalar yoluyla öğrencilerin sosyal medya hesaplarının, okul e-mailleri ve internet arama geçmişlerinin izlenmesini ve böylece fark edilen zorbalık, siber zorbalık, nefret, kendine zarar verme, bir öğrenci tarafından bir diğer öğrenciye yöneltilebilecek şiddet gibi potansiyel  tehlikelerin önlenmesi veya azaltılmasını amaçlıyor. Facebook, Twitter ve Instagram gibi sosyal medya platformlarındaki herkese açık hesaplarda herhangi bir depresyon, intihara eğilimli düşünce, nefret dolu bir beyan, umutsuzluk, vandalizm, dersi asma, kötü madde kullanımı veya zorbalık içeren paylaşımlar varsa algoritmalar bu paylaşımları işaretliyor. Şirketlerin bu pratikleri pazarlama stratejileri, duygusal ve sosyal problemleriyle başa çıkmaya çalışan çocukların sorunlarını azaltmak ve onlar kendilerine zarar vermeden önce onlara yardımcı olmak üzerine oluşturuyor. Öğrencilerin sosyal medya paylaşımlarını izlemek, analiz etmek ve günlük olarak ebeveyn ve okul yönetimine bu paylaşımlara dair rapor ulaştırmak ise şirketlerin diğer vaatleri arasında yerini alıyor. Bu raporlar, algoritmalar, anahtar kelimeler, hashtag’ler ve eğitim almış insan analistler yoluyla işaretlenen sosyal medya paylaşımlarını içermesinin yanı sıra; öğrencilerin bu paylaşımı yaptıkları sırada okulda olup olmadıklarını, ne zaman, hangi saatte bu paylaşımı yaptıklarını, (mevcutsa) isimlerini ve bu paylaşımın neden işaretlendiğine dair bir analizini de içeriyor. Bu hizmet yalnızca günlük raporları değil; bir tehlike anında doğrudan ebeveynlere ve okul yönetimine bu ikazın ulaşmasını da içeriyor. Çocukların çevrimiçi ortamlarda kullandıkları dili düşündüğümüzdeyse, hem yapay zeka algoritmalarının hem de insan analistlerin, onların kullandığı sarkastik dili, şakaları ve argo dili ayırt etmede başarılı olamadığına dair birçok örnek karşımıza çıkıyor. Belki de her şeyden önce, bu uygulamaların henüz deneysel olduğunu belirtmek gerekiyor.

Şirketlerin ‘Gizlilik Yalanı’ ve Kamusal Alanın Çöküşü

Verilerin nasıl çekilip toplandığı, hangi ana hatlar üzerinden analiz edildiği, öğrencinin farklı verileriyle/bilgileriyle ilişkilendirip ilişkilendirilmediği, pazarlama amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmayacağı ya da şirketin satılma/devredilme durumunda o verilere ne olacağı gibi sorular ise çoğu zaman gizlilik politikaları tarafından açık bir şekilde belirlenmiyor. Buna ek olarak, bu bilgilerin okullarda ve şirketlerde ne kadar süre tutulacağına dair kesin düzenlemeler ve hayatlarının herhangi bir döneminde karşılarına çıkmayacağının da garantisi yok. Öğrencilerin paylaşımları analiz edilirken, farklı platformlardaki arkadaşlarının paylaşımları da bu analiz sürecinin içine dahil edilebiliyor. Bu şirketlerin benimsediği gizlilik politikası standartları, kimilerine göre, yalnızca bir “gizlilik yalanından” (Shade, 2016) ibaret.

Çocuklar, sürekli bir gözetim altında olduğunu ve paylaşımlarının takip edildiğini bildikleri zaman çevrimiçi ortamlarda fikirlerini ifade etmekten kaçınabiliyor; oysa, çocukların çevrimiçi alanlara katılımı, onların kamusal alana katılımı anlamına da geliyor. Fikir ve görüşleri kamusal alanlarda daha fazla görünür oluyor. Web 2.0’ın ayırt edici özelliklerinden biri de çevrimiçi hizmetler aracılığıyla kamusal alanın sınırlarını  genişletmesiydi. Kamusal alanların, toplumsal hayat için pek çok önemli etkisi oluyor: İnsanların belirli bir toplumu düzenleyen toplumsal normları anlamlandırmasına olanak sağlamak, kendilerini ifade etmeleri için bir alan sunmak ve diğerlerinin tepkilerinden haber olmak gibi… Ağ tabanlı kamusal alanlar, teoride herkese açık olmasıyla kamusal sayılırken, özel şirketler ve onların kendi kuralları tarafından kontrol edilip faydalanılarak, görünüşte kamusal bir alandan ‘yarı-kamusal’ alana dönüşüyor. Sosyal medya gözetim hizmeti veren şirketler de her ne kadar belli bir olanda çocukların güvenliğini sağlayabilecek olsa da günün sonunda, kar amacı güden kuruluşlardan fazlası değil. Çocuklar, okuldaki ve çeşitli yerlerdeki otoriteler arasındaki eşit olmayan güç dengesi göz önüne alındığında, çocukların kendi fikirlerini oluşturmak, kendilerini geliştirmek ve sivil topluma katılmayı öğrenmek için ‘nefes alabilecekleri’ bu alanlara ihtiyaçları oluyor. Çocukların gözetlenme korkusuyla oto sansür uygulaması ise onları, yarı-kamusal alanların varlığıyla, bu süreçlerin dışına itiyor. Zaman ve mekanın kısıtlılığından bağını koparmış bir ortamda bilgilerinin dolanıyor ve görünüyor olması fikri, onların sosyal kontaklarıyla ve belli gruplarla -özellikle görece kısıtlayıcı ailelerinin bilmelerini istemediği LGBTIQ+ gruplarıyla- iletişimde kalmalarına engel oluyor. İşte, tam da bu bağlamda çocukların, bir kamusal alan olarak idealize edilmiş Web 2.0’a katılma hakkı, kendini keşfetme ve geliştirme düşünceleriyle de paralel ilerliyor. Öğrenciler, ailelerinin ve öğretmenlerinin belli aralıklarla sosyal medyalarına baktığını tahmin ediyorken, sistematik bir gözetim sistemi daha ‘istilacı’ olabiliyor. Çocuklar, kendilerini gerçekleştirme sürecinde interneti kullanırken ailelerinin -ve okul yönetiminin- görmesini istemediği bazı aramalar yapmak isteyebiliyor. Onların hassas bilgileri, bu sistematik gözetimin altında açığa vuruluyor. Cinsel içeriği izleyen sistemler, cinsel yönelimini ve kimliğini keşfetme arayışındaki çocuğun aramalarını işaretleyebiliyor. Popüler olmayan ve azınlık fikirleri de bu gözetimin varlığında öğrenciler tarafından gizleniyor. Gözetim okullarının denetim gücünü arttırmasıyla kamusal alan-özel alan, ev-okul arasındaki çizgiler bulanıklaşırken, “kişisel bilgi, aile evinin kutsallığından çekilip, şirketlere ait veri tabanlarına aktarılıyor” (Smith, 2018) ve kamusal alan fikrinin altını oyuyor.

Çocukların güvenliğini sağlamak için hareket ederken onların mahremiyet hakkını feda etmemiz ya da ifade özgürlüğü ve iletişim kanallarına dahil olma haklarını tehlikeye atmamız mı gerekiyor? Lapenta and Jørgensen (2015) çocukların gizliliğine dair, ‘bilgi gizliliği’ ve ‘sosyal gizlilik’ kavramlarını ortaya koyuyor. Bilgi gizliliği kavramı çocukların verilerinin ticari ve tüzel kişiler tarafından toplanmasına referans verirken; sosyal gizlilik kavramı aile, arkadaşlar ve akranlar arasındaki gizliliği tanımlıyor. Bu durumda, sosyal medya gözetimi, her iki tanım da düşünüldüğünde çocukların gizliliğinin ihlal edildiği bir uygulamaya mı işaret ediyor?

Yeni Ekonominin Nesnesi Olarak Çocuklar: Fiziksel İşgücünden Veri Üretimine

Şirketler, bu uygulamaların çocukların gizliliğinin bir ihlali olmadığını savunurken, bunun halka açık bir bilginin alınıp çocukların ‘iyi olma halinin’ sağlanması olarak yorumluyor. Facebook’ta herkese açık olan bir paylaşımın analiz edilip, çocukların güvenliğinin sağlanması için okul yönetimi ve ebeveynlere gitmesi, çocukların emniyeti için bir fırsat değil midir? Buradaki tartışmanın ana kaynağını oluşturan düşünce: Okul, öğrencileri izlemesi için şirketleri görevlendiriyor. Tam da bu noktada, çocukların değişen ekonomik modeldeki konumlandırılmaları üzerine yapılan çalışmalar, tartışmalara dahil ediliyor. Çevrimiçi bilgilerin değerli metalara dönüştüğü bu veri ekonomisinde güç ve para elde etmek, fabrikalardaki üretimden ziyade, kullanıcıların hareketlerinin toplanıp, verilerinin ürün ve servise dönüştürülerek ticari büyümenin sağlandığı bir modele dayanıyor. 19.yüzyıl’ın sonuna kadar iş gücüne dahil edilen çocuklar, bu yeni ekonomik yapının içinde, şirketlerin veri kaynakları olarak ekonomik faaliyetlerinin nesnesi haline geliyor. Bu defa çocuklar, aradan geçen iki yüzyıldan sonra fiziksel işgüçleriyle değil; sosyal ağlardaki etkileşim ve aktiviteleriyle ekonominin içinde konumlandırılıyor. Sosyal medya takibi endüstrisi için okullar ve öğrenciler, yeni bir pazar haline geliyor.

“Çocuk” olgusu, gözetim ve güvenlik gibi kavramlarla iç içe geçmeye başlarken, Shoshana Zuboff’un (2015) ortaya attığı “gözetim kapitalizmi” kavramı karşımıza çıkıyor. Dijital ortamlardaki insan deneyiminin üçüncü kişiler tarafından sahiplenilip davranışsal verilere dönüştürüldüğü ve bireyin şu anda ve gelecekte neler yapacağını ön gören verilerin üretildiği bir sisteme referans veriyor Zuboff. Gözetim kapitalistleri, bu alım-satım işlemleriyle servetine servet katarken, şirketler, bizlerin ve bu tartışma bağlamında çocukların gelecekteki davranışları üzerine bahse girmek için sıraya giriyor. Güvenliğin bir diğer önemli metaya dönüştüğü ekonomik sistemde, yalnızca güvende hissetmek için hizmet satın almıyoruz; aynı zamanda bunun geleceğin kendisi olduğunu bildiğimiz için satın alma baskısı hissediyoruz. Güvenlik şirketlerinin sattığı şey yalnızca ‘güvenlik’ değil; bir hayat görüşü, en son teknolojiyi kullanan yüksek bir profil, neoliberal anlayışın hayal ettiği kendi hayatının iplerini eline aldığını düşünen profesyonelleşmiş birey imajı… Zuboff buna ek olarak, gözetim kapitalizminde henüz tanımlanmamış ve teorik hale getirilmemiş yeni sosyal ilişkilere de işaret ediyor (Holloway, 2019). Beşikten lise mezuniyetine kadar çocuklar, farklı gözetim pratiklerine tabi tutulurken çocukluk ve ebeveynlik dokusu yeniden yapılandırılıyor.

“Okullarımızda her gün birçok çocuğun fark edilmeyen ve karşılanmayan sosyal ve duygusal ihtiyaçları olacaktır. Çocuklar, onları anlayan ve onlara yardımcı olacak birilerini ararken, çoğu zaman endişelerini, düşüncelerini ve korkularını sosyal ağlarda paylaşmayı seçiyorlar. Artık dünü, bu öğrencilerin ihtiyaçlarını yeterince etkili bir biçimde tanımlayamadığımız ve ihtiyaçlarını karşılamak için onlarla etkileşime geçemediğimiz son gün yapın” (“Why Choose Geo Listening?”).

Zuboff’un söz ettiği ilişki yapılarının yeniden tanımlanması, Geo Listening gibi şirketlerin kendi gözetim sistemlerini, okulların ve ebeveynlerin çocuklarının güvenliğini sağlamaları için ‘etik bir görev’ olarak onları satın almaya çağırması gibi örnekler üzerinden okunabiliyor. Okullar, her ne kadar bu gözetim sistemlerinin tam anlamıyla fayda sağladığına dair ortada kanıt olmasa da, çocukları korumak için ‘bir şeyler’ yaptıklarını ve ‘para döktüklerini’ göstermek için yoğun bir baskı hissediyor. Gizlilik ve etik gibi tartışmalar işin içine dahil edildiğindeyse bu, öğrencileri güvende tutmanın önemini tartışmaya açmak gibi değerlendirilebiliyor. “Küresel ağların sanal saraylarına kurulmuş” (Castells, 2013) bu şirketler, ağ toplumlarında, emek sürecini ‘çocukların güvenliği’ başlığı altında yeniden düzenliyor. Çocukların çevrimiçi ortamlardaki davranışları, güvenlik, etik, gizlilik ihlali ve kamusal alanın özel amaçlar doğrultusunda düşmesi gibi tartışmaların arasında odak noktası olmaya devam ediyor.

Kaynakça

“Why Choose Geo Listening?”. Geo Listening

Brennan Center for Justice. (2019, October 17). Social Media Monitoring in K-12 Schools: Civil and Human Rights Concern. Center for Democracy and Technology.

Casella, R. (2010). Cultures of Control in Public Education. T. M. Rodolfo D. Torres içinde, Schools Under Surveillance (s. 73-86). Rutgers University Press.

Castells, M. (2013). Enformasyon Çağı: Ekonomi, Toplum ve Kültür -Birinci Cilt: Ağ Toplumunun Yükselişi (E. Kılıç, Çev., s. 629). içinde İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.

Corrigan, K. (2014, August 14). GUSD continues to monitor students’ social media posts. Los Angeles Times

E.Mendola, C. (2015, April). Boston College Journal of Law & Social Justice, 1(35), 152-192.

Holloway, D. (2019). Surveillance Capitalism and Children’s Data: The Internet of Things for Children. Media International Australia(170), 27-36.

Karen Louise Smith, L. R. (2018, July-December). Children’s Digital Playgrounds as Data Assemblages: Problematics of Privacy, Personalization, and Promotional Culture. Big Data and Society, 1-12.

Lapenta, G. H., & Jørgensen, R. F. (2015). Youth, privacy and online media: Framing the right to privacy in public policy-making. First Monday, 20.

Leslie Regan Shade, R. S. (2016, October-December). “Honestly, We’re Not Spying on Kids”: School Surveillance of Young People’s Social Media. Social Media + Society, 1(12).

Martinez, M. (2013, September 18). California school district hires firm to monitor students’ social media. CNN

Mundis, R. E. (2018, April 12). A 21st century panopticon called Facebook: How Foucault’s thought adapted to the digital revolution .

Yüksel, S. (2019, Aralık 4). Çocuk Katılımı: Hemen, Şimdi! Dijital Medya ve Çocuk

Zuboff, S. (2015). Big other: Surveillance capitalism and the prospects of an information civilization. Journal of Information Technology, 30, 75–89.