Çocuklarda Gizlilik ve Direnç Mekanizmaları: Cihazlar ve Alanlar Üzerine Pazarlık

Çocukların gizliliği önemsemediğine dair olan mit, varlığını güçlü bir şekilde sürdürüyor olsa da çocuklar, geliştirdikleri farklı mahremiyet tanımları ve risk algıları ile bu miti çürütüyor. ‘Hevesli’ çevrimiçi paylaşımcılar olarak görülen ve sıklıkla gizliliği reddettiği varsayılan ‘dijital yerliler’, kendi mahremiyet alanlarını yaratmak için stratejiler geliştirerek çevrimiçi ve çevrimdışı ortamları direnç alanlarına dönüştürüyor.

Mahremiyete Dair Tanımlardaki Bağlamsal Çöküş

Güvenlik kameralarından veri tabanlarına, yeni teknolojiler bilgi ortamını öyle bir değiştiriyor ki paylaşma, görünürlük ve gizliliğin özü hakkındaki varsayılan sosyal normlar ve bu kavramlara dair kültürel düşünceler de değişime uğruyor. “Ağ bağlantılı kamu” (Boyd, 2014) insan, teknoloji ve çevrimiçi pratiklerin kesişiminin bir sonucu olarak inşa edilen ve böylece çevrimiçi teknolojiler ile hayali cemaatlerin buluştuğu bir tanıma referans veriyor. Çevrimiçi ortamlarda oluşan hayali cemaatlerin bir parçası olarak çocuklar, sosyal medyanın farklı bir boyuta taşıdığı ‘görme’ ve ‘görünür olma’ pratiklerini yakından deneyimlerken, temel unsurlarından biri ‘paylaşım’ olan bu şebekelenmiş toplumlarda gizliliklerini yeniden değerlendirme ihtiyacı hissediyor. Her ne kadar gizlilik tanımı, bireysel haklar ve bireyin kontrolü anlayışı üzerinden bir çerçeveye oturtulmuş olsa da internetin doğası bireylerin deneyim ve verilerinin diğer kullanıcılarınkiyle üst üste bindiği bir alan olarak daha kompleks bir yapıya işaret ediyor. Çocuklar ise bu karmaşık yapının içinde, heterojen bir topluluk olarak taşıdıkları farklılıklarıyla, mahremiyet ve riskleri deneyimlemeye devam ediyor. Internet çağının en belirgin niteliklerinden birisi de kullanıcılarının kamusal hayatı, özel alanlarında deneyimlemelerini içselleştirmelerini sağlaması oldu. Özel hayatları ise ağ toplumunun diğer üyeleri tarafından yakın takip altına alınıyor; böylece, özel hayatın kontrolünü ele almak efor gerektiren bir eyleme dönüşüyordu. Mahremiyete dair hissedilen bu kavramsal çöküş, neyin ‘özel’ neyin ‘kamuya açık’ olduğu sorularını da beraberinde getiriyor. Özel ve kamusal alanın sınırlarını anlamayı zorlaştıran bu teknolojiler, çocuklar için gizlilik ihlali risklerini attırırken, onları gizliliğe ulaşmak için yaratıcı mekanizmalar geliştirmeye yönlendiriyor (Marwick and Boyd, 2011). Bir tarafta ağ tabanlı ortamlara katılımın getirdiği sosyal fırsatlar onları bekliyorken, diğer tarafta yüzleşmek üzere oldukları risklerin de etkisiyle, kâr-zarar hesabı yaparak kendi yöntemleriyle bir denge kurmaya çalışıyorlar.

Kredi: arstechnica.com

Duygular, Deneyimler ve Risk Tanımları

Çocukların internet kullanımına dair ana endişelerden birisini de, çocukların internetteki gizliliğe dair çevrimiçi riskleri ve sonuçlarını kavrayabilmek için yeterli olmadıkları inanışı oluşturuyor. Çoğu zaman, çocukların çevrimiçi aktiviteleri süzgeçten geçiriliyor ya da kısıtlayıcı yöntemlerle sürekli olarak gözleniyor. Bu kabullerin aksine çocuklar, gerçek kimliklerine dair kişisel bilgilerinin paylaşımı ve ortaya çıkması gibi belli gizlilik risklerini saptayabiliyorken, verilerinin ticarileştirilmesini ve akışını içeren kompleks yapıyı anlamakta zorlanıyorlar. Verilerine ulaşmaya çalışan üçüncü kişiler kim ve verileri nasıl ticari kazanca dönüşüyor; çocuklar için bu soruların cevaplarını tahmin etmek kolay değil. Çocuklar, çevrimiçi gizliliklerini tanımlarken ‘sır tutmak, ‘yalnız kalmak’, ‘yabancılarla konuşmamak’, ‘yetişkinler için’ gibi gerçek dünya senaryolarından bahsedebiliyorlar. Üçüncü partilerin kişisel veri takibi, kişiselleştirilmiş oyun ya da video tanıtımlarındaki veri kullanımı muğlak alanlar olarak kalabiliyor. Dijital ortamlarda kontrolü kaybettiklerini ya da bu ortamda herhangi bir şeylere mecbur bırakıldıklarını hissettiklerinde ‘kızmak’, ‘şaşırmak’, ‘rahatsız olmak’ gibi duyguların onları harekete geçirdiğini ifade ediyorlar. Riskleri tam anlamıyla tanımlayamadıklarında dahi çocuklar, ‘korkunç, ‘rahatsız edici’, ‘şaşırtıcı’ gibi hislerle deneyimlerini paylaşıyorlar. ‘Otomatik oynat’ ya da ‘oynat ve izle’ gibi seçeneklerin kişiselleştirilmiş verilere dayandığı bilgisi çocuklara aktarılmış olsa da çocuklar için bu pratikte herhangi bir fiziksel zarara yol açmadıkça soruna dönüşmüyor; ‘oynat ve izle’, ‘dene ve gör’ stratejisine dönüşebiliyor. Çocuklar için bu, internette daha keyifli zaman geçirmek için oldukça etkili ve zaman kazandırıcı bir yöntem olarak görülebiliyor; ya da internette işler böyle yürür düşüncesinin bir yansıması olarak karşımıza çıkıyor. İnternet ortamındaki ‘zarar’ algısı, çok daha somut bir şekilde, teknolojik aletin zarar görmesi ya da kişinin doğrudan fiziksel bir zarar görmesi üzerinden okunabiliyor. Hassas kişisel bilgilerinin paylaşıldığını fark ettiklerindeyse güçlü bir bilinç göstererek, gelecek çevrimiçi pratiklerini şekillendiriyorlar. Daha önceki deneyimlerinde kavrayamadıkları durumlar olsa da bu deneyimlerin sonuçları, durmaları için bir tabela niteliği taşıyor.

Çevrimiçi İçeriklerdeki ‘Görünmez Mürekkep’

Çocukların internet ortamındaki kişisel bilgilerini açığa vurma kararlarındaki hatalar nedeniyle çevrimiçi risklerle burun buruna geldiklerine dair varsayımlar, ebeveynlerin gizliliği çiğneyen araçlar kullanmasına sebep oluyor. Bu araçlar ebeveynlere, çocuklarının çevrimiçi davranışlarını takip edip kısıtlama gücü veriyor. ‘Engelleme olarak gizlilik’ yaklaşımı, çoğu zaman ebeveynler ve çocukları arasındaki mahremiyet gerginliğini tırmandırıyor. Gizliliklerinin ihlal edildiğini ve sınırlandırıldığını hisseden çocuklar için bu uygulamalar, tabiri caizse, kendi ebeveynleri tarafından “stalk’landıkları” anlamına geliyor; ebeveynler ise çözümü bu “casus yazılımlarını” satın almakta görüyor.

“Harika! Şimdi de annem beni stalk’luyor. Saklayacak bir şeyim yok. Benden her zaman telefonuma bakmayı isteyebilirsin; ama bu çok istilacı ve düpedüz saygısızlık. Güvenin (!) için teşekkürler anne.”

Çocukların kişisel etkileşimleri, kendileri paylaşmış olmasa dahi, çoğunlukla görünür durumda oluyor. Ebeveynleri, onların omuzlarının üstünden telefonlarına anlık bir bakış atıyor, akrabaları onların rızasını hesaba katmadan ‘utanç verici’ fotoğraflarını paylaşıyor, eski sevgilileri onlar hakkındaki özel bilgileri internet ortamında yayıyor. Çoğu çocuk, devlete ait kurumlar ve şirketlerin soyut ihlallerinden ziyade, ebeveynlerinin, kardeşlerinin, öğretmenlerinin ya da yaşıtlarının sebep olduğu mahremiyet ihlallerinden rahatsız oluyor (Tufekci, 2017). İçeriğe ulaşacak kullanıcıyı sınırlamak yerine içeriğin kendisini ‘kodlamak’, çocukların kendi mahremiyetini korumak için geliştirdikleri yaratıcı stratejilerden yalnızca bir tanesi. Çocuklar, daha sonra onları yargılayabilecek aile üyeleri ya da arkadaşlarından oluşan kullanıcı listesini değil, anlam erişimini sınırlıyor. Bu “görünmez mürekkep” (Alice E Marwick, 2014) stratejisi sayesinde, Facebook duvarına yazdıkları alelade görünümlü bir mesajla ayrılık acılarını paylaşıyor; satır aralarını yalnızca yakın arkadaş çevresinin ve bağlamdan haberdar olanların anlayabileceği cümlelerle birbirleriyle atışıyorlar. Böylece ailelerinden, öğretmenlerden ve yakın olmadıkları yaşıtlarından ayrı bir alan oluşturuyorlar. Diğer bir deyişle çocuklar, kendi yaş gruplarındakilerle ilişki kurabilmek için temel kabul edilen ağ bağlantılı kamusal alanlara katılırken, uygun gördükleri gizlilik derecesini koruma çabalarını da sürdürüyor. Diğer bir deyişle çocuklar, her zaman halka açık olmadan, kamusal alanda var olmaya çalışıyor.

Güven Duygusu ve Aşinalığın Gücü

Çocuklar, sıklıkla kullandıkları ve favori kabul ettikleri uygulamaların, Youtuber’ların ya da sitelerin, onların internet deneyimlerinde herhangi riske maruz bırakmayacağına ya da gizliliklerini ‘o kadar da’ ihlal etmeyeceğine inanabiliyor. Aşina oldukları bu kişiler ya da uygulamalar onlar için güvenli limanlar haline gelebiliyor. Onlar, tanımadıkları kişileri engelleseler de yakın çevrelerine dahil ettikleri kişilere dijital sahipliklerine erişim imkanı tanıyabiliyor.

“Gizliliğe önem veriyorum ama güvenebileceğim birini bulsaydım ilk içgüdüm o kişiyle bir şeyler paylaşmak olurdu. Mesela, son erkek arkadaşım ve ben, birbirimizin Facebook  ve e-mail şifrelerimizi bilirdik.”

Burada birine karşı kendini savunmasız hale getirmek, samimiyetin bir formu olarak karşımıza çıkıyor. Gizliliği önemserken, bir başkasıyla şifreyi paylaşmak bir paradoks gibi görünse de, bu pratik çocuklar ve gençler arasında oldukça yaygın. Ebeveynler, çocuklarının şifrelerini kendileriyle paylaşmasını bir kural olarak ortaya koyuyor; bazıları bu pratiği bir güven ilişkisi olarak çocuklarına sunuyor. Gizlilik, adeta uygunsuz ya da kötü bir bilginin saklanmasıyla özdeşleşiyor. Ebeveynle olan dürüst ve samimi ilişkinin devamlılığını sağlamak isteyen çocuk için özel şifreleri, feda edilebilir hale geliyor. Okulda telefon kilidi olan çocuk, eve gelince bu kilidi kaldırıyor. Böylece çocuklar, ‘güvenmek, paylaşmak demek ve paylaşmak, güvenmek demektir’ sonucuna varabiliyor; ve asıl paradoks da burada, mahremiyet ihlallerinin güveni içten içe yok ettiği noktada başlıyor. Nissenbaum (2010) bunu, “güven alanları” olarak tanımlıyor. “Ebeveyn, yerinin neresi olduğunu bilmesine rağmen, çocuğunun günlüğünü okumamayı seçiyor. Eğer okusaydı, bu yalnızca aralarındaki iletişim ilkesini ihlal etmekle kalmayacak, güven bağlarının da altını oyacaktı” (syf. 240-241).

Dijital Dünyanın Köşesinde Bulanıklaşan Sınırlar

Çocuklar ile onların çevrimiçi ortamlardaki mahremiyetinden bahsederken, oldukça yaygın bir tutumla karşılaşıyoruz: ‘Saklayacak bir şeyim yok ama…’. Buradaki ‘ama’, genelde onların mahremiyete ulaşma isteklerini ve ailelerinden/yaşıtlarından ayrılıp bireyleşme arzularını yansıtıyor. ‘Savunmasız’ çocuklar için bu ‘ama’, farklı bir önem taşıyor; onların davranışları daha ağır bir gözetim ve irdelenmeye maruz kalıyor. Sosyal normlar her ne kadar sosyal medya pratiklerini şekillendirse de, ekonomik kısıtlılıkların rolünü göz ardı edemiyoruz. Düşük gelirli ailelerin çocuklarının teknolojiye ulaşımı daha belirsiz ve istikrarsız ilerliyor (Vickery, 2014). Kendi bilgilerinin paylaşımının ve verilerine erişiminin kontrolünü ellerinde tutmak isterken çocuklar, çoğu zaman teknolojik araçlarını paylaşmak zorunda kalıyorlar. Aile üyeleriyle bilgisayarlarını, telefonlarını ve odalarını paylaşan çocuklar için mahremiyetin sınırları bulanıklaşıyor; çünkü onlar, paylaşma ve gözetimin içinde, hayatı zaten ‘daha az gizli’ olarak deneyimliyor. Bu bağlamda, oldukça bireyselleştirilmiş ve özel bir araç olarak kabul edilen akıllı telefonlar bir statü, özgürlük sembolü ya da mahremiyetin kaybı olarak karşımıza çıkıyor. Düşük gelirli ailelerdeki çocuklar için bu cihazlar, komünal ve paylaşılabilir aletler olarak görülüyor. Bir cihazın paylaşılması üzerine yapılan bu sürekli pazarlık ve yarışlara, kamusal ve özel olana dair belirsizleşen sınırlar eşlik ediyor; paylaşmak, yaygın bir pratik ve işçi sınıfı ailelerin içinde sosyal sermayenin şekil verdiği bir norm olarak ortaya çıkıyor. Bu pratikler aynı zamanda çağdaş günlük yaşamdaki kişisel verinin politikasının (Boyd and Crawford, 2012) ve çevrimiçi mahremiyetin, sosyo-ekonomik iktidarın işleyişinde nasıl örtülü olduğuna dair bir fikir de sunuyor. Bazen de sosyal ulaşılabilirliğin önüne geçmek ve bu yüzden de dijital ortamla ‘bağlantıyı kesmek’ bir mahremiyet stratejisi olarak kullanılıyor. Güç, zaten belirsizleşmiş olan özel-kamusal sınırlar arasında, başkalarına daha az ya da fazla ulaşılabilir olmayı kontrol edebilmekle ilişkilendiriliyor. İşgal edilmiş özel alanlarının bir temsili olarak gördükleri dijital araçları kullanmayı reddeden çocuklar, dijital tasmalardan kurtulmanın bir yolunu bulduğunu düşünüyor. Mahremiyete dair kaygıların hüküm sürdüğü internet kültüründeki çatlaklar ve dikişlerin arasında çocuklar, alternatif pratikler ve direniş alanları oluşturmaya devam ediyor.

Kaynakça

Alice E Marwick, d. b. (2014, July 21). Networked Privacy: How Teenagers Negotiate Context in Social Media . New Media and Society, 16(7), 1051-1067.

Alice E. Marwick, d. b. (2011, July 7). I tweet honestly, I tweet passionately: Twitter users, context collapse, and the imagined audience. New Media and Society, 1(13), 114-133.

Boyd, d. (2014). Privacy: why do youth share so publicly. It’s Complicated: The Social Lives of Networked Teens (s. 29-54). içinde Yale University Press.

Danah Boyd, K. C. (2014, July 22). Critical Questions for Big Data. Information, Communication and Society, 5(15), 662-679.

Jun Zhao, G. W.-C. (2019, January 29). ‘I make up a silly name’: Understanding Children’s Perception of Privacy Risks Online. Conference on Human Factors in Computing Systems Proceedings. Glasgow.

Neil Selwyn, L. P. (2018). Doing Data Differently. Big Data and Society, 1(12), 1-12.

Nissenbaum, H. (2010). Privacy in Context: Technology, Policy, and the Integrity of Social Life (s. 240-241). içinde Stanford University Press.

Solove, D. J. (2004). Kafka and Orwell: Reconceptualizing Information Privacy. The Digital Person: Technology and Privacy in the Information Age (s. 27-36). içinde NYU Press.

Tufekci, Z. (2017, December 27). Can You See Me Now? Audience and Disclosure Regulation in Online Social Network Sites . Bulletin of Science, Technology and Society, 1(28), 20-36.

Vickery, J. R. (2014, December 3). ‘I don’t have anything to hide, but…’: the challenges and negotiations of social nd mobile media privacy for non-dominant youth. Information, Communication and Society, 3(18), 281-294.

Wisniewski, P. (2018, March-April). The Privacy Paradox of Adolescent Online Safety: A Matter of Risk Prevention or Risk Resilience . Sociotechnical Security and Privacy, 86-90.