5 Soruda Dijital Medya ve Çocuk İlişkisinde Doğru Bilinen Yanlışlar

Söz konusu dijital medya ve çocuk ilişkisi olduğunda ön yargılar kendini gösteriyor. Uzmanların araştırmaları, birtakım ön yargıların doğruluk payını tekrar düşünmeye davet ediyor.

Çocukların dijital medya ile ilişkisinde ebeveynlerin nasıl bir tutum sergilemesi gerektiği hakkında birçok farklı görüş olduğu gibi toplumda da ciddi ön yargılar var. Bu ön yargılar, dijital medyanın sağlıklı bir şekilde anlaşılmasına engel oluştururken, dijital medya ile çocuk arasındaki ilişkinin de yanlış ele alınmasına neden oluyor. Çocukların ekran sürelerinin arttığı bu pandemi sürecinde, bu ilişkiyi doğru şekilde anlamak he zamankinden daha önemli olabilir. Bu yazımızda, dijital medya ile çocuk ilişkisinde en kayda değer ve güvenilir görüşleri paylaşıyor, bu ilişkideki ön yargılara dikkat çekiyoruz.

1- Akıllı telefonlar gerçekten çocukları depresif mi yapıyor?

İnternette vakit geçirmenin çocuklar üzerinde çeşitli etkileri oluyor. Bu etkiler, UNICEF’in 2017 yılında sunduğu raporda da belirtildiği üzere üç başlık altında incelenebilir:

  • İnternetin çocukların ruh sağlığı üzerinde etkileri
  • İnternetin çocukların fiziksel aktiviteleri üzerinde etkileri
  • İnternetin çocukların sosyal ilişkileri üzerindeki etkileri (Kardefelt-Winther, 2017)

Bu etkilerle ilgili çok sayıda araştırma var ve bu geniş bilgi havuzu, dijital medya ile çocuklar arasındaki ilişki konusunda bilgi kirliliğine de yol açtı. Bu bilgi kirliliği içinde, çocuklara interneti yasaklamak gerektiği inancı, en çarpık görüşlerden biri olarak yer alıyor. Bilinçsiz kullanılırsa internetin, çocuk üzerinde olumsuz etkileri olabileceği bir gerçek ancak çocuğa interneti yasaklamak çözüm doğurmuyor. Bazı bilimsel araştırmalar, hem internet kullanımı hem de akıllı telefon kullanımı ile depresyon arasında pozitif bir ilişki buldu ancak bu ilişkinin etki alanı çok düşük ölçekte olduğu gibi, koşulsuz şartsız dijital medyada yer alan her kişinin depresif olacağı sonucu da çıkmıyor. Örneğin 12-18 yaş arası 6000 çocukla yapılan bir araştırmada, orta veya yüksek kaliteli arkadaşlıkları olan çocukların internette geçirdiği zaman ile depresyon duyguları arasında hiçbir ilişki bulunamadı (Kardefelt-Winther, 2017). Öte yandan, sosyal hayatta düşük kaliteli arkadaşlıklar kurabilen ve internette sosyalleşen çocukların depresyon düzeyinde de azalma görüldü.

Çok küçük çocuklar için, İngiltere’de 5 yaşındaki 13.000’den fazla çocuğun katıldığı büyük bir çalışma yapıldı. Elde edilen bulgular, günde 2 saatten fazla ekran başında zaman geçirmenin, yalnızca kız çocuklarının duygusal ve davranış ile ilgili sorunlarında küçük bir artışa yol açtığını gösterdi. Çalışmada, daha uzun ekran kullanım süresi ile çocuklarda hiperaktivite veya topluma adapte olamama gibi mental problemler arasında bir ilişki bulunamadı (Kardefelt-Winther, 2017).

2- İnternette zaman geçirmek çocukları asosyalleştirir mi?

Söz konusu dijital medya ve çocuk ilişkisi olduğunda, ortalıkta çok fazla klişe haline gelmiş yanlış bilgi dolaşıyor. Bunlardan biri de “internette zaman geçirmek çocukları asosyal yapıyor” inancı. 2007’de Hollanda’da yapılan ve ergenleri kapsayan bir çalışmada, internet üzerinden iletişimin, arkadaşlarla geçirilen zamana pozitif yönde etki ettiği ve mevcut arkadaşlıkların kalitesini de artırdığı bulundu.

1990’larda yapılan araştırmalar, internetin, çocuklar üzerinde olumsuz etkileri olduğuna yönelikken, günümüze geldikçe araştırmalar, aksini gösteriyor. 2015’te yapılan bir araştırma bu durumu şu şekilde açıklıyor: internetin ilk zamanlarında iletişim kurmak zordu çünkü toplumun çoğu internet üzerinde aktif değildi, fakat günümüzde durum değişti (Kardefelt-Winther, 2017). Bugün çoğu genç internette yer aldığı için durum, geçmişe göre daha farklı.  Günümüzde, internette, toplumdan izole olmak amacı yerine, genelde var olan arkadaşlık ilişkilerini güçlendirmeye yönelik zaman geçirildiği görülüyor. Bu yüzden, hem çocuklar hem yetişkinler için, sosyal olarak internetin olumlu etkilerinin olasılığı artıyor. Günümüzün internet kullanıcıları artık yalnızlıktan uzak ve bu da dijital medya kanallarını kullanarak geçirilen zamanın, çocukların sosyal ilişkileri üzerindeki olumlu etkilerini açıklıyor gibi görünüyor.

3- İnternet kullanımı çocukların fiziksel aktivitelerini kısıtlar mı?

Bir diğer tartışma konusu da internette geçirilen zamanın, çocukların fiziksel aktivitelerine etkileri oluyor. Bazı çalışmalar ekran süresi ile fiziksel aktivite arasında hiçbir ilişki bulmazken, diğerleri negatif bir ilişki bildirdi (Kardefelt-Winther, 2017). 11-15 yaşları arasındaki 200.000’den fazla ergenden alınan anket verilerini kullanan büyük çaplı bir uluslararası çalışma, dijital teknolojiyi kullanarak harcanan zaman ile fiziksel aktivite arasındaki ilişkinin yaşa, cinsiyete ve uyruğa bağlı olarak farklılık gösterdiğini ortaya koyuyor. 2010’da yapılan bu uluslararası çalışma, genelde, ekran başında (tablet, bilgisayar, konsol) günde iki saat veya daha fazla zaman harcayan çocuklarda, bu durumun, onların boş zamanlarında fiziksel aktiviteye harcadıkları zamandan haftada sadece yarım saat çaldığı bulgusuna ulaştı.  Ayrıca düzenli bilgisayar kullanımı fiziksel aktivitede artışla ilişkilendirilirken, ekran başında oyun oynamak veya televizyon izlemek ise aksine, fiziksel aktiviteye ayrılan zamanda düşüşle ilişkilendirildi.

Araştırmacılar, fiziksel hareketsizliğin, ergenlerin ekran temelli etkinliklerde çok fazla zaman harcamasının bir sonucu olması ihtimalinin düşük olduğu sonucuna varıyor ve ergende fiziksel hareketsizliğin nedenlerinin, dijital medya kullanımından ziyade, başka faktörlerde aranması gerektiğinin altını çiziyor (Kardefelt-Winther, 2017).

4- İnternet, çocuğun gelişimi için zaman kaybı mı?

İnternet, oyun oynamak ve komik videolar izlemek için iyi bir yer olsa da sadece bu alanlarla sınırlı değil. İnternet, sadece eğlenceye değil, aynı zamanda öğrenmeye ve yaratıcılığa da teşvik ediyor. Günümüzde akıllı telefon kullanımı çok yaygın ve son zamanlarda yapılan bir araştırmaya göre, gençlerin yüzde yetmiş beşi akıllı telefona sahip (Kardefelt-Winther, 2017). Akıllı telefonlar, çocukların sosyal ve duygusal gelişiminde artık çok daha etkin ve kritik bir rol oynuyor.

Böyle bir atmosferde, akıllı telefonları ve interneti çocuğun gelişiminde engel olarak görmek pek sağlıklı bir yaklaşım değil. Örneğin, bazı gençler, interneti blog yazmak için kullanıyor ve bu aktivite, onların yaratıcılığına katkı sağlarken, kendilerini ifade etmesine de olanak yaratıyor. Kimisi, sahip olduğu psikolojik sıkıntıları aşmak için, aynı sorunlara sahip yeni arkadaş grupları buluyor ve onlarla duygusunu paylaşarak yalnızlık duygusundan sıyrılıyor veya internet üzerinden uzman yardımı alıyor. Depresyon belirtileri ve cinsel yolla bulaşan hastalıklar gibi konularda farkındalık sahibi olabiliyorlar. Kimi zaman ise internet, neredeyse okul görevi görüyor ve örneğin, yabancı dile merakı olan çocuklar veya ergenler, YouTube eğitim videoları ile kendilerini geliştirmeye çalışıyor. Bazen de hayırsever gruplara dahil olup sokak hayvanlarını beslemek gibi aktivitelere aktif katılım sağlayabiliyorlar.

5- İnternetin riskleri yok mu?

Tabii ki var ve olmaya da devam edecek. Bugün internette en yaygın riskler olarak siber zorbalık, kişisel veri ile dijital ayak izi, sexting ve reklamcıların, internet kullananlarda satın alma refleksi oluşması için manipüle etme amaçlı olarak izledikleri online reklam politikaları var. Mevcut veriler, siber zorbalığın, günlük hayatta karşılaşılan zorbalık kadar yaygın olmadığını gösterse de bu durum hafife alınacak gibi değil. Çocukların ve ergenlerin internette siber zorbalığa maruz kalıp anksiyete ve depresyon gibi duygular yaşaması riski hep olacak. Sexting ise sosyal medyada cinsel içerikli mesajlaşma ve cinsel fotoğrafların veya videoların paylaşılması olarak tanımlanıyor(Richards vd., 2015).

Yakın zamanda yapılan bir anket, gençlerin %20’sinin çıplaklık içeren cinsel fotoğraflar veya videolar gönderdiğini ortaya çıkardı (Richards vd., 2015). Çoğunlukla bu resim ve videolar üçüncü kişilerle paylaşılmasa da kimi durumlarda, özellikle genç sevgililerin ayrılık sonrası, sevgili iken atılan cinsel içerikleri paylaşmak bir tehdit olarak kullanılabiliyor. Bu da tehdide uğrayan kişinin ruh sağlığı üzerinde derin etkiler oluşturabilir. Dijital ayak izi ise kişisel verilerimizin internette depolanması ve üçüncü kişiler tarafından paylaşılmasını içerir. Bugün, kullanıcıların kişisel verilerinin, sosyal medya şirketleri tarafından nasıl kullanıldığı hala tartışma konusu olarak sürüyor.

Öte yandan, reklam şirketlerinin, sosyal medya kullanıcılarının kişisel verilerini dikkate alarak onlara özel reklam politikası izledikleri bir sır değil. Bu stratejilerden haberi olmayan çocuk, kısa süre içinde tüketim bağımlısına dönüşebilir. Sadece çocuklar değil, ebeveynlerin de bu konuda bilinçli olması çok önemli.

Ebeveynler, dijital medya kullanımındaki risklerin bilincinde olması için çocuklarına yardım edebilir. Bu risklerin bilincinde olmak, onların olumsuz etkisini de azaltabilir. Örneğin Tiktok ve Instagram gibi popüler uygulamaları önce kendi telefonunuza yükleyip çocuğunuzla birlikte kullanabilirsiniz (Filucci, 2020). Bu durum sonsuza kadar böyle gidemez ancak bu sayede sosyal medyanın riskleri ile sizin gözünüz önünde tanışabilir. Böylece bu riskler hakkında çocuğunuzla konuşma imkanı da bulursunuz. Sosyal medyanın, gerçek hayatları olduğu gibi yansıtmadığı çok açık. Çocuğunuza da bu bilinci aşılayabilirsiniz. Instagram’da gezerken gülen bir kişinin fotoğrafına denk geldiğinizde, çocuğunuza “Sence gerçekten bu kadar mutlu mudur?” sorusunu yöneltin (Filucci, 2020).

Çocuğunuzun sosyal medyada ne kadar zaman geçireceği de çok önemli. Çocuğunuza sosyal medyayı kullanma şartlarını içeren bir sözleşme sunabilirsiniz. Bu sözleşmede hangi saat aralıklarında sosyal medyayı kullanabileceğini belirleyebilir ve bir program oluşturabilirsiniz. Tabii ki bu program, çocuğunuzun sosyal medyada arkadaşları ile iletişimini engelleyecek kadar kısıtlayıcı olmamalı (Filucci, 2020).

Sosyal medya uygulamalarında, dijital medya kullanımındaki riskleri azaltacak ayarlar mevcut. Çocuğunuzun sosyal medya hesabına bu ayarları uygulayabilirsiniz. Bu ayarlardan bazıları şunlar:

  • Gizlilik. Çoğu sosyal medya sitesi, hesabınızı gizli tutmanıza olanak tanıyor ve bu da yabancıların sizinle iletişim kurmasını engelliyor.
  • Bildirimleri kapatmak veya sınırlamak. Bu seçenekler, bildirimlerin “her zaman açık” olmasının yaratacağı baskıyı hafifletebilir.
  • Sessize almak. Bir arkadaşınız rahatsız edici paylaşımlarda bulunuyorsa, uygulamada onu “sessize alarak” bir süreliğine ondan kaçınabilirsiniz. (Filucci, 2020)

Son olarak, çocuğunuz sosyal medyayı kullanmaya başladığında, onu kontrol etmeyi sürdürdüğünüzden emin olun. Yaptığı veya gördüğü her şeyi takip edemeyecek olsanız bile, sorun yaşadığında uygun olduğunuzu ona bildirebilirsiniz.

KAYNAKLAR
  • Filucci, S. (2020), “Should I Let My Tween Girl Use Social Media?”, Accessed 03 December 2020 from https://www.commonsensemedia.org/blog/should-i-let-my-tween-girl-use-social-media
  • Kardefelt-Winther, D. (2017), “How does the time children spend using digital technology impact their mental well-being, social relationships and physical activity?” UNICEF.
  • Richards D., Caldwell P., Go H. (2015), “Impact of Social Media on the Health of Children and Young People”. Journal of Paediatrics and Child Health.

Leave A Comment